Terazinin dengesi nerede?
Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanması, yalnızca yerel bir siyasetçinin başına gelen bir olay değil. Bu durum, ülkemizde hukukun işleyişine ve adalet mekanizmasına dair uzun zamandır var olan soru işaretlerini yeniden gündeme taşıdı. Peki, bu olay bize ne anlatıyor?
Gözaltı sürecine bakıldığında, iddiaların merkezinde “suç örgütü üyeliği”, “ihaleye fesat karıştırma” ve “haksız mal edinme” suçlamalarının bulunduğunu görüyoruz. Hukukun gereği, bu iddiaların detaylıca incelenmesi, somut delillere dayanması ve yargılama sürecinin şeffaf bir şekilde ilerlemesidir. Ancak burada, meseleyi hukuki bir zeminden çıkarıp siyasi bir arenaya taşımak isteyenlerin olduğu açık.
Belediye başkanına yönelik suçlamalar ne kadar ciddi olursa olsun, bu süreçte savunma hakkının kısıtlanmaması, delillerin güçlü ve kamuya açık bir şekilde tartışılması gerekir. Aksi halde, bu ve benzeri davalar, hukuk önünde eşitlik ilkesine zarar verebilir. Nitekim, Akpolat’ın avukatlarının “somut delil yok” açıklaması, bu sürecin güvenilirliği konusunda ciddi bir endişe yaratmakta.
Unutmamalıyız ki adalet, sadece tarafsız bir şekilde işlediği sürece anlam taşır. Eğer bir adımda hukuk, siyasi hesaplaşmaların aracı haline gelirse, bir sonraki adımda o hukukun kimseye faydası kalmaz. Bugün bir belediye başkanını hedef alan iddialar, yarın başka bir kişi ya da kurumu hedef alabilir. Hukuk, herkesin güven duyduğu bir zemin olmak zorunda.
Bu süreçte, bir yandan adaletin tarafsız işleyip işlemediğini sorgularken, diğer yandan parti ayrımı gözetmeksizin belediye başkanlarının ve yerel yöneticilerin kamu kaynaklarını nasıl kullandıklarını daha sıkı denetlemenin yollarını bulmalıyız. Şeffaflık, demokratik toplumlarda hem yöneticiler hem de vatandaşlar için olmazsa olmaz bir değer.
Rıza Akpolat’ın masum olup olmadığına karar verecek olan biz değiliz, ancak yargının bunu dürüst, tarafsız ve hızlı bir şekilde yapması gerektiği konusunda hepimiz hemfikir olmalıyız. İddiaların gerçekliğinin ortaya konması, hem kamuoyunun vicdanını rahatlatacak hem de yargıya olan güveni koruyacaktır.
Son olarak, siyasi çekişmelerin gölgesinde kalan hukukun, toplumun genelinde derin bir adalet açlığı yarattığını görmezden gelemeyiz. Bu açlığı gidermek için tarafsız, bağımsız ve güçlü bir adalet sistemine ihtiyaç var. Ancak o zaman, herkesin hukukun eşit koruması altında olduğunu hissettiği bir toplum inşa edebiliriz.
Hukukun ışığı, herkes için eşit parladığında adalet yerini bulmuş demektir. Bu ışığı söndürmek, karanlığı seçmek demektir. Bu karanlıkta yolumuzu kaybetmemek için hep birlikte sorgulamalı ve doğruyu aramalıyız.
Bilgiyle kalın…